KISACA HZ. MEHDİ (A.S)’IN HAYATI
F.Altan
Doğum Tarihi
On
ikinci İmam Hz. Mehdi (a.s), hicretin 255. (M. 867)
yılı Cuma gecesi tan yeri ağarırken “Samerra”
şehrinde dünyaya gözünü açmıştır.[1]
Babası, İmam Hasan Askeri (a.s)’dır; annesi de Hz.
İsa’nın havarisi Şum’un’un neslinden olan Rum
Kayseri’nin oğlu Yuşa’nın değerli kızı “Saykal” ve
“Susen” adlarıyla da anılan “Nergis” hatundur.
Hz. Mehdi (a.s)’ın en meşhur lakapları “Mehdi”,
“Kâim”, “Hüccet” ve “Bakıyyetullah”tır.
Doğumunun Gizli Olması
Ümeyye oğulları ve Abbas oğulları dönemi, özellikle
altıncı İmam Cafer Sadık (a.s) zamanı ve sonrası,
halifelerin Ehl-i Beyt İmamlarına karşı çok hassas
oldukları bir devirdir. Bunun sebebi de toplumun
onlara çok ilgi duyması, gün geçtikçe toplumdaki
etkilerinin artması ve halkın onlara olan ilgisinin
fazlalaşmasıdır. Bu durum karşısında Abbasi halifeleri
kendi iktidarlarını tehlikede görüyorlardı; özellikle
vaat edilen Mehdi (a.s) Hz. Peygamber (s.a.a)’in
neslinden olup İmam Hasan Askeri (a.s)’ın soyundan
geleceği ve dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracağı
meşhur olması sebebiyle İmam Hasan Askeri (a.s)’ı sıkı
bir şekilde Samerra’da gözaltına almışlardı.
Abbasiler, geleceği vaat edilen bu bebeğin dünyaya
gelmesini engellemeye çalışıyorlardı, ama bu doğumun
gerçekleşmesinde Allah’ın iradesi söz konusu idi. Onun
için Abbasilerin çalışmaları neticesiz kaldı ve Allah
Teala, Musa (a.s) gibi onun doğumunu da gizli kıldı.
Bununla birlikte İmam Hasan Askeri (a.s)’ın özel
ashabı, vaat edilen bu İmam’ı babası hayatta iken
defalarca gördüler. İmam Hasan Askeri (a.s) dünyadan
göçtükleri zaman yine İmam Mehdi (a.s) açığa çıkarak
özel bir toplulukla birlikte babasının cenaze namazını
kıldırdı ve halk onu gördü, ondan sonra da İmam (a.s)
gözlerden kayboldu.
Gaybet-i Suğra ve Kubra
On
birinci İmam Hasan-ı Askeri (a.s)’ın şahadetinden
sonra, hicri 260 yılından 329 yılına kadar yani 69 yıl
“Gaybet-i Suğra” (Küçük Gizlilik) dönemidir.[2]
O zamandan Hz. Mehdi (a.s) zuhur edinceye kadarki
dönem de “Gaybet-u Kubra” (Büyük Gizlilik) dönemidir.
Gaybet-i Suğra’da, halkın İmam Mehdi (a.s) ile
ilişkisi tamamen kesilmedi, ama sınırlıydı. Şiiler,
Şia büyüklerinden olan “Özel naipler” vasıtasıyla
sorunlarını İmam’a ulaştırıp cevap alabiliyorlardı.
Gaybet-i Suğra dönemi, halk ile İmam arasındaki
irtibatın tamamen kesildiği “Gaybet-i Kubra” dönemi
için bir hazırlık olarak tanımlanabilir. Bu dönemde
halk, İmam’ın genel vekilleri sayılan müçtehit ve
fakihlere başvurmakla görevli kılındılar.
Eğer Gaybet-i Kubra ansızın ve birden gerçekleşseydi
düşüncelerin sapmasına ve zihinlerin onu
kabullenmemesine sebep olabilirdi; ama Gaybet-i Suğra
müddetince zihinler yavaş-yavaş hazırlandı ve daha
sonra Gaybet-i Kubra dönemi başladı. Ayrıca Gaybet-i
Suğra zamanında, özel naipler vasıtasıyla İmam (a.s)
ile sağlanan irtibat ve o dönemde Şiilerden
bazılarının İmam Mehdi (a.s)’ın huzuruna gitmeleri
onun doğum ve hayatı meselesini daha da sabitleştirdi.
Gaybet-i Kubra eğer bunlardan önce olmuş olsaydı,
belki de bu mesele bu kadar açık olmayacak ve bazıları
şüpheye düşecekti. Allah Teala kendi hakimiyetiyle
Peygamber (s.a.a) ve İmamların da bildirdikleri gibi
Ehl-i Beyt izleyicilerinin inançlarının sarsılmaması,
İmamlara olan inançlarını yitirmemeleri, Hz. Mehdi (a.s)’ı
ve İlahi kurtuluşu beklemeleri, gaybet zamanında
Allah’ın dinine sarılıp kendilerini eğitmeleri ve İmam
Mehdi (a.s)’ın kıyamı için Allah’ın emri gelinceye
kadar dini vazifelerini yerine getirmeleri için tam
gaybete hazırlık gayesiyle kısa müddetli olan
“Gaybet-i Suğra” ve ondan sonra uzun müddetli olan
“Gaybet-i Kubra” olmak üzere, İmam Mehdi (a.s) için
iki çeşit gaybet takdir etti.
Dört
Naip
Gaybet-i Suğra zamanında Şia büyüklerinden dört kişi
İmam Mehdi (a.s)’ın özel naibi olmuştur. Onlar İmam’ın
huzuruna gider, İmam’ın da cevaplarını halka
iletirlerdi.
Bu dört naibin dışında İmam (a.s)’ın çeşitli
şehirlerde de vekilleri vardı, onlar da bu dört naip
vasıtasıyla halkın meselelerini İmam (a.s)’a
ulaştırıyorlardı.
Dört naip ise şunlardır:
1)
Ebu Amr Osman b. Said-i Amiri.
2)
Ebu Cafer Muhammed b. Osman b. Said-i Amiri.
3)
Ebu’l- Kasım Hüseyn b. Ruh Nevbahti.
4)
Ebu’l Hasan Ali b. Muhammed Semuri.
Zuhuru Bekleyiş
Emir’ul-Muminin Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)’den
şöyle nakleder: “İbadetlerin en üstünü Mehdi’nin
zuhurunu beklemektedir.”
[3]
İmam
Zeyn’ul-Abidin (a.s) da buyurmuştur ki:
“On iki İmam’ın gaybeti uzun sürecektir. Onun
imametine inancı olan ve gaybet zamanında zuhurunu
bekleyen halk, diğer zamanlarda yaşayan halktan daha
üstündür. Çünkü Allah-u Teala onlara öyle bir akıl,
düşünce ve marifet derecesi vermiştir ki, onlar için
gaybet zamanı, İmam’ın hazır bulunduğu zaman gibidir
ve Allah onları Resulullah (s.a.a)’in huzurunda cihat
eden mücahitler gibi kılmıştır; doğrusu onlar bizim
samimi ve gerçek şiilerimizdir. Onlar, gizli ve aşikar
olarak insanları Allah’a yönelmeye çağırırlar. Zuhuru
beklemek ise en büyük kurtuluştur.”
[4]
Bekleyiş, beklenen şeyin gerçekleşmesini gözlemektir.
Bekleyiş, düşünce ve duyguyu beklenen şey üzerinde
yoğunlaştırmaktır. Bekleyiş, insanın fikir ve
çabasının çoğalmasına sebep olur. Bekleyiş,
zorlukların insana kolay gelmesini sağlar. Çünkü
zorlukların giderilme eşiğinde olduğu bilincindedir.
Bekleyiş, nefsi ve hatta diğerlerini ıslah etmeyi
gerektirdiği gibi Hz. Mehdi (a.s)’ın düşmanlarına
galip gelmesini sağlamak için insanın ortamı
hazırlaması, bu hedef için gerekli olan bilgi, ilim ve
vesileleri tahsil etmesini de gerektirir.
Merhum Muzaffer şöyle yazıyor:
“Dünyayı ıslah edici ve hak yolda insanların
kurtarıcısı olan Hz. Mehdi (a.s)’ı beklemek, dini
meselelerde elini kolunu bağlayıp bir şey yapmamak
demek değildir. Bilhassa dini hükümleri uygulamak
yolunda cihat, iyiliği emretmek ve kötülükten
sakındırmak gibi dini vazifelere sımsıkı sarılmak
gerekir. Çünkü Müslüman, ne durumda olursa olsun İlahi
ahkamla amel etmek ve onu daha iyi tanımak için adım
atmak ve mümkün olduğu kadar iyiliği emredip
kötülükten sakındırmakla görevlidir. Islah ediciyi
beklemek bahanesiyle farzları yerine getirmemek doğru
değildir. Bekleyiş, Müslümanların üzerinden hiçbir
dini vazifeyi kaldırmaz ve hiçbir ameli de ertelemez.”
[5]
Gaybet Zamanında İmam (a.s)’ın Varlığının Faydaları
İnsanlar, gaybet döneminde masum bir önderin aşikar
olmaması yüzünden birçok feyizden mahrum olmalarına
rağmen birçok yönden de İmam’ın varlığından
faydalanmaktadırlar. Çünkü masum bir İmam’ın
varlığının faydası, sadece aşikar olarak yol göstermek,
toplumsal sorunları çözmek gibi işlerden ibaret
değildir. Biz bu konuyla ilgili bir takım hadiselere
işaretle bu faydalardan bazılarını açıklıyoruz:
a)
Masum İmam, Maddi ve Manevi Alem Arasında Bir
Rabıtadır
Hz.
Resulullah (s.a.a), “Gaybet döneminde Hz. Mehdi’nin
varlığının ne gibi bir faydası olacaktır?” şeklinde
sorulan bir soruya şöyle cevap verdiler:
“Beni peygamber olarak gönderen Allah’a ant olsun ki
insanlar, gaybet döneminde, bulutların arkasında kalan
güneşten faydalandıkları gibi ondan faydalanırlar.”
[6]
Yine
“Yenabi’ul-Mevedde” adlı kitapta, Süleyman A’meş b.
Mehran yoluyla İmam Sadık (a.s)’dan İmam
Zeyn’ul-Abidin (a.s)’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Biz, Müslümanların İmamı, dünya ehlinin hüccetiyiz.
Yıldızların gök ehline güvence ve kurtuluş vesilesi
olduğu gibi, bizler de yer ehlinin güvence kaynağı ve
kurtuluş vesilesiyiz. Bizim hürmetimize, Allah
istemedikçe gökten bir şey yere düşmez. Bizim
vasıtamızla Hakkın rahmet yağmuru yağmakta ve yeryüzü
bereketlerini çıkarmaktadır; eğer biz yeryüzünde
olmasaydık, yeryüzü üzerindekileri yutardı. Allah-u
Teala, Adem (a.s)’ı yarattığı günden beri yeryüzü
hiçbir zaman hüccetsiz kalmamıştır. Ama bu hüccet
bazen zahirdir ve tanınır, bazen de gaip ve gizlidir.
Kıyamete kadar da yeryüzü hüccetsiz kalmayacaktır.
Eğer İmam olmazsa Allah’a (hakkıyla) ibadet edilmez.”
[7]
b)
İmam, Ümit Kaynağıdır
Gaip
İmam’a inanmak, kurtuluşu beklemek ve onun zuhurunu
gözlemek, insanlara büyük bir ümit vermektedir. Bu
ümit, başarı ve ilerlemede en büyük etkenlerden
biridir. Ümitlerini yitiren bir topluluk asla başarıya
ulaşamaz.
Örneğin: Karargahta bulunan bir komutanın varlığı,
askerlere ümit verir ve onların çaba göstermelerini
sağlar. Komutanının ölüm haberini duyan bir ordu,
ileri teknikle donanmış olsa da dağılıverir ve
askerler ümitsizliğe kapılırlar.
İşte bu yüzden, Ehl-i Beyt’ten nakledilen hadislerde,
kurtuluşu beklemek en büyük ibadetlerden biri olduğu
gibi hak yolunda şahadetle de eşit sayılmıştır. İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kim, biz Ehl-i Beyt’in velayetiyle kurtuluşu bekler
bir halde ölürse, Kâim’in (Mehdi’nin) ordusunda yer
alan kimse gibi olur.”
[8]
Hz.
Ali (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Bizim devletimizi bekleyen kimse, Allah yolunda
kanını döken ve canını veren kimse gibidir.”
[9]
c)
İmam Dinin Korunmasına Vesiledir
Hz.
Ali (a.s), her dönemde insanların İlahi önderlere olan
ihtiyaçlarını şöyle açıklıyor:
“
Yeryüzü, Allah için hüccet ve burhanla kıyam eden
İmam’dan boş kalmaz. Bazen O İmam, zahir ve açık,
bazen de gizlidir. Allah’ın yeryüzündeki hüccet ve
delilleri yok olmasın diye böyle takdir edilmiştir.
Onlar kaç kişi ve nerededirler? (veya ne zamana kadar
korku içerisinde ve gizlidirler?) Allah’a ant olsun ki,
sayı açısından azdırlar, ama değer ve makam açısından
büyüktürler. Allah Teala, onlar vasıtasıyla kendi
hüccet ve burhanlarını korumaktadır...”
[10]
Zamanın geçmesi, şahsi fikir ve değerlendirmelerin
dini konulara karıştırılıp din adına sunulması, sapık
mekteplerin aldatıcı ve çekici programlarına yönelmesi,
fasit ellerin semavi öğretilere uzanması, İslam
kanunlarının pratik alandan uzaklaştırılması vb.
faktörler el ele vererek, İslam kanunlarından
bazılarının unutulmasına, asaletini yitirmesine ve
tahrif edilmesine neden olur. Vahiy olarak inen bu
öğretiler, onun bunun beyinleriyle temas etme sonucu
siyahlaşır ve ilk günkü parlaklığını yitirir. Bu nurun,
karanlık fikirlerin çerçevesinden geçmesi sonucunda,
ışığı azalır ve yansıması zayıflar.
Durum böyleyken acaba müslümanlar içinde, İslam’ın
yasa ve öğretilerini gelecek nesiller için olduğu gibi
koruyacak birinin bulunması gerekmez mi? Acaba yeniden
mi vahiy inecektir?! Kesinlikle hayır. Çünkü vahiy
kapısı ebediyete dek kapanmıştır. Öyleyse asıl din
nasıl korunmalı? Tahrifler ve hurafeler nasıl
önlenmeli? Bu, ancak masum bir İmam vasıtasıyla
gerçekleşir.
Gaybet-i Suğra’da İmam (a.s)’ın Kerametleri
Şeyh
Tusi (r.a) şöyle diyor: “Gaybet zamanında İmam Mehdi (a.s)’dan
görülen kerametler, sayılmayacak kadar çoktur.”
[11]
Burada örnek olarak bunlardan ikisini zikrediyoruz:
1) İsa b. Nasr şöyle anlatır: Ali b. Samuri İmam Mehdi
(a.s)’a bir mektup yazarak ondan kendisi için bir
kefen istedi, cevabında; “Senin seksen yılında (hicri
280 yılında veya 80 yaşında) ihtiyacın olacaktır”
diye cevap geldi ve İmam’ın buyurduğu gibi 80 yılında
vefat etti ve vefatından önce İmam Mehdi (a.s) ona
istediği kefeni gönderdi.[12]
2)
Muhammed b. Sure el-Kummi (Kum kentinin büyük
alimlerinden) şöyle nakleder: Ali b. Hüseyn-i Babaveyh,
amcası Muhammed b. Musa Babaveh’in kızı ile evlendi,
ama ondan evlat sahibi olmadı. İmam Mehdi (a.s)’ın
üçüncü naibi olan Hüseyin b. Ruh’a bir mektup yazarak
onun vasıtasıyla İmam Mehdi (a.s)’dan, ona evlat
verilmesi ve bu evlatlarının alim olması için
Allah’tan dua etmesini rica etti.
İmam (a.s) tarafından şu cevap geldi: “Şimdiki
hanımından evladın olmayacak, ama yakında sahip
olacağın Deylemli bir cariyeden iki fakih erkek
çocuğun olacaktır.”
İbn-i Babavey, Muhammed, Hasan, ve Hüseyin adında üç
çocuk sahibi oldu, Muhammed ve Hüseyin parlak hafızalı
iki fakih oldular, Kum kentinde hiç kimsenin
belleyemediği konuları bellemişlerdi. Halk, rivayet ve
hadislerin naklinde Ali b. Hüseyin b. Babaveyh’in iki
oğlu Muhammed ve Hüseyin’nin hafızalarına hayret eder
ve bu makam İmam Mehdi (a.s)’ın duasıyla size nasip
oldu derlerdi. Bu hadise Kum halkı arasında pek
meşhurdu.[13]
Bilindiği üzere İmam’ın duası hürmetine dünyaya gelmiş
olan Muhammed b. Ali b. Babavey’in fıkıh ve hadis
alanında onlarca eseri mevcuttur. Şia’nın hadisteki
dört temel kaynağından biri olan “Men La
Yahzuruh’ul Fakih” kitabı da onun eseridir.
İmam
Mehdi (a.s) İle Görüşme
Bazı
büyük alimler, Gaybet-i Kubra zamanında İmam (a.s)’ın
huzuruna giden veya uykuda ya da uyanıkken bir takım
kerametler gören kişilerin adlarını ve başından
geçenleri kitaplarında toplamış ve zikretmişlerdir. “Keşf’ul-Estar”,
“Bihar’ul-Envar” kitaplarında da bu hususla ilgili
birçok senetli hadise nakledilmiştir. Merhum Hacı Nuri,
“Necm’us- Sakıb” kitabında bu konuda yüz olay nakleder
ve şöyle der: “Herkesten duyduğumuz her şeyi burada
nakletmedik, Allah’ın yardımıyla sadece doğruluğuna
güvendiğimiz olayları, güvenilir kişilerden aktardık.”
[14]
Biz
de burada “Necm’us-Sakıb” kitabından bir olay
nakletmekle yetiniyor ve okuyuculardan bu kitapları
araştırmalarını rica ediyoruz:
Faziletli alim Ali b. İsa Erbili “Keşf’ul-Ğumme” adlı
kitabında diyor ki; Güvenilir kardeşlerimden bir grup,
Hille bölgesinde Hırkal köyü ahalisinden İsmail b. İsa
b. Hasan Hırkalı adında bir kişinin benim zamanımda
vefat ettiğini bana haber verdiler. Ben onu
görmemiştim. Onun oğlu Şemsuddin bana dedi ki; Babam
bana şöyle bir olay anlattı: Gençliğinde sol bacağında
Tuse denilen yumruk büyüklüğünde bir yara çıkmış ve
her bahar mevsimi patlıyor, ondan kan ve irin
akıyormuş. Bu dert onu her şeyden alı koyuyormuş. O
Hilleye gelip Raziyyuddin Ali b. Tavus’un yanına
giderek ona bu yarasından bahsetmiş. Seyyid b. Tavus,
Hille cerrahlarını çağırmış, onu muayene ettirmiş ve
demişler ki; “Bu, toplar damar üzerinde çıkmış ve
kesmekten başka çaresi yoktur. Ancak, bunu kesersek
toplar damar da kesilebilir, eğer bu damar kesilirse
İsmail sağ kalmaz. Onu kesmek çok tehlikelidir, biz bu
işe girişemeyiz.”
Seyyid b. Tavus, İsmail’e; “Ben Bağdat’a gidiyorum,
gel seni de götüreyim ve oradaki cerrahlara göstereyim,
belki onlar bir çare bulurlar” demiş. Bağdat’a gitmiş,
tabipleri çağırmışlar, onlar da aynı teşhisi koymuş ve
aynı özrü getirmişler, İsmail bu duruma üzülmüş,
Seyyid ona; “Allah Teala üzerindeki bu necasetle
kılacağın namazı kabul eder, bu derde sabretmek
mükafatsız değildir” demiş. Bunun üzerine İsmail;
“Öyleyse Samerra’ya ziyarete gideceğim ve İmamlardan
yardım isteyeceğim” demiş ve yola çıkmış.
Şemsuddin sonra şöyle ekliyor; Babam diyordu ki; O
nurlu hareme ulaştığım zaman İmam Ali Naki (a.s) ve
İmam Hasan Askeri (a.s)’ı ziyaret ettikten sonra
Serdab’a (İmam Mehdi’nin gaybete çekildiği yere)
gittim. Geceleyin orada Allah’a çok yalvardım ve İmam
Mehdi (a.s)’dan yardım diledim. Sabahleyin Dicle
nehrine gittim, elbisemi yıkadım ve ziyaret guslü
yaptım. İbriğimi su ile doldurarak bir kere daha
ziyaret etmek için İmamların haremine geri döndüm,
kaleye varmadan birkaç atlının bana doğru geldiğini
gördüm. Samerra’nın etrafında bazı soylu ailelerin
evleri olduğundan bunların eşraflardan olduğunu sandım.
Bana yetiştiklerinde, bunlardan kılıç kuşanmış ve
birinin de sakalı yeni-yeni çıkmış olan iki genç,
elinde bir mızrak bulunan ve üzeri tertemiz olan yaşlı
bir adam ve beline kılıç bağlamış, üzerine cübbe
giymiş, sarığını omzuna salıvermiş ve elinde mızrak
olan dört kişi olduğunu gördüm. O ihtiyar adam sağ
tarafa ve iki genç de sol tarafa geçtiler. Cübbe
giymiş adam onların ortasında kaldı, bana selam verdi,
ben de cevap verdim. Cübbe giymiş adam; “Yarın yola
mı çıkacaksın?” siye sordu. Evet dedim.
“Yaklaş bakayım, sana eziyet eden şu yara neymiş
bir görelim!” dedi. Ben bu sırada; “...Elbiselerimi
yıkamış olduğumdan dolayı keşke bu bedevi bana
dokunmasa...” diye düşünürken o eğildi ve beni kendine
doğru çekerek elini yaramın üzerine koyup kuvvetle
sıktı, canım pek yanmıştı... Sonra doğruldu, bu
haldeyken yaşlı adam; “Kurtuldun İsmail!” dedi.
Ben; “Siz de felaha ve kurtuluşa erin” dedim. Bu
sırada birden, onun adımı bildiği düşüncesiyle
şaşırdım, bana; Kurtuluşa erdin diyen yaşlı adam bu
sefer; “İmam’dır O, İmam...” dedi.
Ben koşarak ayağının üzengisini öptüm. İmam (a.s) yola
koyuldu, ben de ardından gidiyor ve feryat ediyordum,
İmam (a.s); “Geri dön” dedi. Ben; “Sizi
bırakmam mümkün değil” diye inledim. İmam (a.s) tekrar;
“Geri dönmek senin için daha hayırlıdır, geri dön”
diye buyurdu. Ben aynı sözü tekrarlayınca yaşlı adam
dedi ki; “Ey İsmail! İmam iki defa geri dön dediği
halde onu dinlememekten utanmıyor musun?”
Bu sözler üzerine olduğum yerde kaldım... Hareme
dönünce haremdekiler beni gördüklerinde; “Durumun
değişmiş, yaran ağrı yapıyor mu?” diye sordular. Hayır
dedim... Durumu anlattıktan sonra sağ bacağımı
açtıklarında yaradan hiçbir eser kalmadığını gördüler.
Ben de dehşete kapıldım, diğer bacağımı da açtım, onda
da bir şey görmedim. İşte o zaman halk başıma
toplanarak teberrük için elbiselerimi parçaladılar...[15]
Zuhur Vaktini Belirtmek
İmam
Mehdi (a.s)’ın dördüncü özel naibi Ali b. Muhammed-i
Semuri’nin vefatından sonra, Gaybet-i Kubra dönemi
başladı. Şimdiye kadar da devam etmekte...İmam Mehdi (a.s)
Allah Teala’nın emriyle kıyam ve zuhur edecektir.
Ehl-i Beyt İmamları birçok hadislerde zuhur vaktinin
belirtilemeyeceği ve bunu ancak Allah’ın bileceğini,
ansızın Allah’ın emriyle vuku bulacağını ve zuhur için
bir vakit belirten kimselerin yalancı olduğunu
açıklamışlardır.
Fuzeyl, İmam Bakır (a.s)’dan; “Acaba bu iş için bir
zaman belirtilecek mi?” diye sorunca İmam (a.s) üç
defa şöyle buyurdu: “Vakit belirtenler
yalancıdırlar.”
[16]
İshak b. Yakup, Muhammed b. Osman-i Amri vasıtasıyla
İmam Mehdi (a.s)’a bir mektup yazarak birkaç soru
sordu, İmam (a.s) soruları cevaplandırırken zuhur
vakti hakkında buyurdu ki: “Zuhur vakti Allah’ın
emrine bağlıdır; zaman tayin edenler yalancıdırlar.”
[17]
Zuhur Alametleri
Zuhurdan önceki hadiseler ve zuhur alametleri hakkında
birçok rivayetler vardır. Bu hadislerden bazıları
toplumların, özellikle İslami toplumların durumunu
açıklar, bazıları zuhura yakın bir dönemde meydana
gelecek olayları, bazıları da şaşırtıcı şeylerin
meydana gelişini anlatır.
Bütün bu hadisleri incelemek için ayrıntılı kitaplara
ihtiyaç vardır. Biz burada açık ve kesin olan birkaç
alameti naklediyoruz:
a)
Bütün Dünyada ve İslam Toplumlarında Zulüm, Kötülük,
Fesat, Günah, ve
Dinsizliğin Yayılması
İslam önderleri İmam Mehdi (a.s)’ın mübarek
kıyamlarını müjdeledikleri birçok hadiste, onun, dünya
zulüm ve kötülükle dolduktan sonra zuhur edeceğini
vurgulamışlardır. Müslüman toplumlarda bile sapıklık,
sefahat, çeşitli günah ve kötülüklerin
yaygınlaşacağını hatırlatmış ve şunlara değinmişlerdir:
“Sarhoş edici maddeler açıkça alınıp satılacak, şarap
içilecek, faiz yemek, zina ve diğer kötü işler yaygın
bir şekilde yapılacak, hicapsız kadınlar çekici
elbiselerle ortaklıkta dolaşacak, kadınlar erkeklere,
erkekler de kadınlara benzeyecek, iyiliği emredip
kötülükten alıkoymak terk edilecek ve müminler hakir,
naçiz ve mahzun olup günah ve kötülükleri engellemek
kudretine sahip olamayacaklar, dinsizlik yaygınlaşacak,
Kur’ân’la amel edilmeyecek, evlatlar baba ve
annelerine eziyet edecek, küçükler büyüklerine saygı
göstermeyecek, büyükler küçüklere acımayacak,
akrabalık bağı gözetilmeyecek, humus ve zekat
ödenmeyecek, kafirler ve sapıklar müslümanlara galip
gelecek, müslümanlar bütün işlerinde, giyimlerinde...
onları taklit edecek, İlahi hüküm ve cezalar
uygulanmayacak...”
[18]
b)
Sufyaninin Ortaya Çıkışı ve Yerin Yarılarak
Sufyani’nin Ordusunu İçine
Alması
Ehl-i Beyt İmamlarının önemle vurgulayıp açıkça beyan
ettikleri alametlerden birisi de Sufyani’nin Şam’da
ortaya çıkışıdır; o kısa bir sürede bu şehri tasarrufu
altına alacak, büyük bir orduyla Kufe üzerine hareket
edecek, Irak şehirlerinde özellikle Necef ve Kufe’de
büyük cinayetler işleyecek ve diğer bir orduyu da
Medine’ye gönderecek, sonra Mekke’ye doğru hareket
edecek, Medine ve Mekke arasında Allah’ın emriyle yer
yarılarak onlar yerin dibine gömülecek, işte o zaman
İmam Mehdi (a.s) bir takım olaylardan sonra Mekke’den
Medine’ye ve Medine’den Irak’a ve Kufe’ye gelecek ve
Sufyani Irak’tan Şam’a kaçacak, İmam Mehdi (a.s) onu
takip etmesi için bir ordu gönderecek ve nihayet onu
Beyt’ul-Mukaddes’te helak edip başını bedeninden
ayıracaklar.[19]
c)
Seyyid Hasani’nin Çıkışı
Ehl-i Beyt İmamlarından ulaşan hadiselere göre,
“Seyyid Hasani İran’da Deylem ve Kazvin nahiyesinden
çıkarak kıyam edecektir. Bu dindar şahıs imamet ve
Mehdilik iddiasında bulunmayacak değerli bir kişidir.
Halkı İslam’a ve Ehl-i Beyt İmamlarının yoluna davet
edecek, birçok izleyici bulacak ve kendi bölgesinden
Kufe’ye kadar yerleri zulüm, kötülük ve sapıklıktan
temizleyecek. İtaat olunan bir hakim ve adaletli bir
sultan olarak hükmedecektir. Ordusu ve dostlarıyla
Kufe’de olduğu bir zamanda, İmam Mehdi (a.s)’ın
Kufe’nin etrafına geldiğini ona bildirecekler. Seyyid
Hasani ordusuyla birlikte İmam Mehdi (a.s) ile
görüşecek, İmam’a biat edecek ve ardından da
izleyicileri biat edeceklerdir. Ancak bunlardan dört
bin kişi kabul etmeyecek, üç gün nasihat ve öğütten
sonra iman etmedikleri için İmam (a.s)’ın emriyle
öldürüleceklerdir.”
[20]
d)
Yüksek Ses
Bilinen alametlerden biri de gökyüzünden yüksek bir
sesin duyulmasıdır. Olay şöyle olacaktır: “İmam Mehdi
(a.s)’ın zuhurundan önce Mekke’de gökyüzünden herkesin
duyacağı çok yüksek ve müthiş bir ses duyulacaktır, bu
ses İlahi ayetlerdendir. Bu seste insanlara, hidayete
erişmeleri, İmam Mehdi (a.s)’a biat etmeleri ve haktan
sapmamaları için onun hükmüne karşı çıkmamaları
tavsiye edilecektir.”
[21]
e)
Hz.
İsa Mesih’in Gökten İnişi ve Hz. Mehdi (a.s)’ın
Arkasında Namaz Kılması
Hadislerin bir kısmında da Hz. İsa Mesih’in gökten
inerek namazda Hz. Mehdi (a.s)’a iktida edeceği
zikredilmiştir. İslam Peygamberi (s.a.a) kızı
Fatıma’ya buyurmuşlardır ki: “Kendisinden başka
İlah olmayan Allah’a ant olsun ki, Hz. İsa b.
Meryem’in, arkasında namaz kılacağı bu ümmetin
Mehdi’si bizdendir.”
[22]
Kitaplarda bunlardan başka birçok diğer alamet ve
nişaneler de nakledilmiştir, ama biz bu kadarıyla
yetiniyoruz.
İmam
(a.s)’ın Kıyamı
Hz.
Mehdi (a.s) uzun bir gaybetten sonra Mekke’de
Ka’be’nin kenarında zuhur edecektir. Peygamber (s.a.a)’in
bayrağı, kılıcı, sarığı ve gömleği ondadır. Melekler
vasıtasıyla ona yardım edilecek, İslam düşmanlarını
öldürecek ve zalimlerden intikam alacaktır.
Mekke’de ona biat edecek olan özel ashabı 313
kişidir. İmam Mehdi (a.s) bir müddet Mekke’de
kaldıktan sonra Medine’ye gelecek, dostları yiğit,
şecaatli, salih, imanlı kişilerdir, ona itaatte
gayretlidirler. Nereye ve hangi işe yönelseler mutlaka
zafere ulaşırlar.
İmam (a.s) Medine’de bir takım savaşlardan sonra
ordusuyla Irak’a ve Kufe’ye gelecek, Kufe’de Seyyid
Hasani ile görüşecek, Seyyid Hasani ve ordusu ona biat
edecekler. Hz. İsa gökyüzünden inerek İmam’a yardımda
bulunacak ve namazda İmam’a iktida edecektir.
İmam’ın hükümetinin merkezi Kufe’dir. İmam (a.s)
dünyanın doğu ve batısını fethedip İslam’ı dünyanın
dört bir yanına egemen kılacaktır. Allah’ın kitabı ve
Peygamber’in sünnetine göre amel ve hüküm edecektir.
İmam (a.s)’ın hükümetinde yeryüzünün tüm bereketleri
ortaya çıkacak; servet, nimet, meyve, ve mahsuller
çoğalacak ve herkes öyle bir refah ve nimete boğulacak
ki, zekat ve sadaka vermek için fakir bulunmayacak ve
kimse zekat ve sadaka kabul etmeyecektir.
İmam (a.s)’ın kurduğu nizamda adalet ve emniyet öyle
yerleşecek ki, ihtiyar bir kadın altın ve mücevher
dolu bir sepeti alır ve tek başına yaya olarak bir
şehirden diğerine gidecek olursa, hiç kimse onu
rahatsız etmeyecek, servetine göz dikmeyecektir...
Allah Teala insanlara öyle bir güç verecek ki, herkes
olduğu yerde onun sözlerini duyacak ve İmam (a.s)
İslam’a hayat verecektir...[23]
Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri
Ayetullah seyyid Muhammed Taki el-Musevi, “Mikyal’ul-Mekarim”
kitabında, gaybet döneminde yapılması ve uyulması
gereken 80 noktaya işaret etmiştir, ki biz bunlardan
birkaçının aktarılmasının faydalı olacağına inanıyoruz.
Müminler bu noktalara riayetle, hayatlarına yeni bir
çekidüzen vererek yaşamalarını O Hazretin rıza ve
hoşnutluğu doğrultusunda tazmin eder ve zuhur
hazırlığına hız kazandırmış olurlar inşaallah. O
vazifelerden bazıları şunlardır:
1-
Hz. Mehdi (a.s)’ın özelliklerini, vasıflarını bilmek
ve zuhur edeceği sıradaki alamet ve olaylardan
haberdar olmak.
2-
Hz. Mehdi’ye sevgi beslemek.
Ehl-i Beyti sevmek bütün müslümanlara farzdır. Bu
husus birçok ayet ve hadislerde tasrih edilmiştir.
3-
Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhurunun bekleyişi içinde olmak;
yani kalben, fikren ve amelen buna mutabık bir hayat
sürdürmek.
Bu
konuda daha geniş bilgi isteyen, “Mikyal-ul Mekarim”
kitabına müracaat edebilir.